Untitled Document İKİYÜZDOKSANBİRİNCİ MEKTÛB

 

Bu mektûb, mevlânâ Abdülhayy için yazılmışdır. Tevhîd-i vücûdî ve tevhîd-i şühûdî mertebeleri bildirilmekdedir:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu mektûbu yazarken, Allahü teâlâdan yardım istiyorum. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun Âline ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun! Allahü teâlâ senin de anlayışını artdırsın! Birçoklarına tevhîd-i vücûd bilgisinin hâsıl olması, tevhîd murâkabesini çok yapdıkları içindir. (LÂ İLÂHE İLLALLAH)  kelime-i tayyibesini, Allahü teâlâdan başka hiçbirşey yokdur diye çok düşünmekden de hâsıl olur. Tevhîd bilgilerinin, böyle uğraşarak elde edilmesi, hayâlin kaplamasından olur. Tevhîdin ma'nâsı çok düşünülünce, hayâlde yerleşir. Sonradan elde edildikleri için, bu bilgiler kalıcı olmaz. Tevhîd bilgilerinin sâhibi, hâl sâhibi değildir. Çünki hâl sâhibleri, (Erbâb-ı kulûb) dürler. Bunun ise, o zemânda, kalb makâmından haberi yokdur. Yalnız (Tevhîd-i vücûdî) nin bilgisini elde etmişdir. İlmin de dereceleri vardır. Herbiri, birbirlerinden üstündürler. Tevhîd-i vücûdî bilgileri, birçoklarında da kalbin muhabbetinden ve çekilmesinden hâsıl olur. Önce, ma'nâsını düşünmeden çok zikr ve murâkabe yapılır. Böyle çalışarak veyâ yalnız Allahü teâlânın ihsânı olarak, (Kalb makâmı) na gelir. Bu makâmda, cezbe hâsıl olur. Eğer, bunlarda, tevhîd-i vücûdî cemâli hâsıl olursa, özlediklerini çok sevdikleri için olur. Sevdiklerinin mâ-sivâsı gözlerinden örtülür. Mâ-sivâsını görmeyince ve bulmayınca, hâlıkdan başkasını yok bilirler. Böyle tevhîd, hâllerden hâsıl olur. Vehm ve hayâl ile ilişiği yokdur. Böyle olan Erbâb-ı kulûb eğer, âleme geri döndürülürlerse, sevdiklerini âlemin her zerresinde görürler. Herşeyi, sevgililerinin güzelliklerini gösteren birer ayna bilirler. Eğer, Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, Kalb makâmından çıkarak, kalbin sâhibine dönerlerse, Kalb makâmında hâsıl olmuş olan, tevhîd ma'rifeti, yok olmağa başlar. Ne kadar çok yükselirlerse, kendilerini bu ma'rifetden o kadar dahâ ilgisiz bulurlar. Bunlardan birkaçı, bu ma'rifet sâhiblerini beğenmemeğe, onlara dil uzatmağa bile varmışlardır. Rükneddîn Ebülmekârim Alâüddevle-i Semnânî böyledir. Başka birkaçı da; bu ma'rifet yok oldukdan sonra, bu bilgileri savunmakla veyâ kötülemekle hiç ilgilenmezler. Bu satırları yazan [İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" hazretleri], tevhîd ma'rifetinin sâhiblerine dil uzatmakdan sakınırım. Onlara, yakışmıyan birşey söylemem. Onlarda bu hâl, kendi istekleri ile olsaydı, o zemân, beğenmemenin ve dil uzatmanın yeri olurdu. Onlarda bu hâl, istemiyerek, ellerinde olmıyarak hâsıl olmakdadır. Bu hâl, onlara hâkim olmuşdur. Bunun için birşey denilemez. Sıkışık olana birşey söylenemez, kötülenemez. Fekat, bu ma'rifetin üstünde başka ma'rifetin bulunduğunu da bilirim. Bu hâlin ötesinde başka hâl de vardır. O makâmda kalmış olanlar, birçok üstünlüklere kavuşamazlar. Yüksek makâmlara çıkamazlar.

Sermâyesi az olan bu fakîr "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz", zikrler ve murâkabeler yaparken, tevhîdin ne demek olduğunu düşünmeden, hattâ hiç uğraşmadan, yalnız Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, feyzler, nûrlar kaynağı, hakîkatlerin, ma'rifetlerin üstâdı, Allahü teâlânın râzı olduğu dînin kuvvetlendiricisi, üstâdımız ve efendimiz Muhammed Bâkî "kaddesallahü sirrehül akdes" hazretlerinden zikri öğrendikden ve yüksek teveccüh ve iltifâtlarına kavuşdukdan sonra, kalb makâmına çıkardılar. Bu ma'rifeti açdılar. Bu makâmın bilgilerini ve ma'rifetlerini bol bol ihsân eylediler. Bu ma'rifetlerin inceliklerini gösterdiler. Uzun zemân, bu makâmda bulundurdular. Sonra, köle okşamak olgunluğu ile, bu köleyi, Kalb makâmından çıkardılar. Bu ma'rifet yok olmağa başladı. Yavaş yavaş azalarak, büsbütün yok oldu. Bu hâllerimi anlatmak, bu yazıların keşf ve zevk yolu ile yazılmış olduğuna inandırmak içindir. Başkalarına uyarak, öyle sanarak yazılmadığını göstermek içindir.

Birçok Evliyânın "kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz" başlangıcda tevhîd ma'rifetlerini bildirmeleri, onları hiç küçültmez. Bu ma'rifetler, Kalb makâmında iken hâsıl olur. Bu fakîr de, o zemân, tevhîd bilgileri, risâleleri yazmışdım. Sevdiklerimizden birçoğu, o yazıları her yere yazdıkları için, onları toplamak güçleşdi. Toplamayıp, öylece bırakıldı. Tevhîd ma'rifetlerini söyliyenler, o makâmda kalır, ileriye geçemezlerse, o zemân aşağılık olur.

Tevhîd erbâbından birkaçı da, kendi şühûdlarında, tâm yok olur. Bu şühûdde yok olmağı, elden hiç kaçırmamak, varlıkdan hiçbirşeyin kendilerinde kalmamasını isterler. Kendilerine (ben) demeği küfr bilirler. Bunlara göre, en son mertebe, (Fenâ)  mertebesidir. Ya'nî, yoklukdur. Müşâhedeyi bile, bir bağlılık bilirler. Bunlardan birkaçı (Adem olmak, geri hiç dönmemek istiyorum) buyurmuşdur. Varlığı hiç istemezler. Muhabbete fedâ olmuşlardır. Hadîs-i kudsîde, (Öldürdüğüme karşılık olarak, kendimi veririm)  buyuruldu. Öldürülenler, bunlardır. Varlık, onlarca ağır bir yükdür. Bunların râhatları hiç yokdur. Çünki, gafletde olan râhat olur. Bunlar devâmlı olarak yok olmuşlardır. Gafletin yeri yokdur. Şeyh-ül-islâm Hirevî buyuruyor ki, (Beni az bir zemân Hak teâlâdan gâfil eden bir kimsenin günâhlarının afv olmasını umarım). İnsanın yaşıyabilmesi için gaflet lâzımdır. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğundan, onların herbirini yaratılışlarına uygun olan işle uğraşdırmakdadır. Böylece gaflet hâsıl olmakdadır. Varlık yükü hafîflemişdir. Birkaçını da simâ' ve raksa alışdırmışdır. Birçoğunu kitâb yazmak, ilm ve ma'rifetler yaymak yoluna koymuşdur. Kimisini de, mubâh olan işlerle meşgûl etmişdir. Şeyh Abdüllah-i Istahrî, köpeklerle sahrâya giderdi. Bir kimse, büyüklerden bunun sebebini sordu. (Kendini varlık yükünden kurtarmak için böyle yapıyor) buyurdu. Allahü teâlâ, bunlardan kimisine de, tevhîd-i vücûd ve kesretde vahdeti görmek bilgilerini verdi. Böylece bu yükden birkaç sâat râhat oldular. Sıddîkiyye büyüklerinden birkaçında "kaddesallahü teâlâ esrârehüm" tevhîd ma'rifetlerinin görünmesi, bunun içindir. Bu büyüklerin nisbeti, tâm tenzîhe varır. Âlem ile ve âlemde şühûd ile işleri yokdur. Rehberlerin başı, hakîkatlerin ve ma'rifetlerin kaynağı, dînin yardımcısı hâce Ubeydüllah-i Ahrârın tevhîd-i vücûd ve kesretde vahdeti görmek bilgilerine uygun ma'rifetleri yazması da böyledir. (Fıkarât)  kitâbında, tevhîd ve buna benzer bilgiler vardır. Bu bilgiler ve ma'rifetler, kendisinin âlem ile oyalanması içindir. Yüksek hocamızın da, (Fıkarât)  kitâbındaki bilgilere benzer ma'rifetler yazması böyledir. Bu tevhîd bilgileri, ne cezbeden ve ne de görülenin sevgisinin kaplamasından değildir. Bunların âlemle ilgileri yokdur. Onlara âlemde gösterilenler, onların görmekle şereflendikleri hakîkatlerin zılleri, benzerleridir. Şuna benzer ki, bir kimse güneşe âşık olsa, hep güneşe bakarak kendini ve âlemi unutsa, kendini hâtırlaması için ve güneşden başka şeylere bağlanarak, onun ışıklarının parlaklığından biraz kurtularak râhat etmesi için, güneşi bu âlemin aynalarında gösterirler. Böylece, onun bu âlemle ilgisini sağlarlar. Ara sıra, bu âlem güneşin kendisidir, güneşden başka hiçbirşey var değildir derler. Başka zemân da âlemin her zerresinde güneşi gösterirler.

Süâl:  Âlem, güneş değildir. Bunu güneş olarak bildirmek, yanlış değil midir?

Cevâb:  Âlemde bulunan herşeyin ortak oldukları yerleri vardır. Birbirlerine benzemiyen yerleri de vardır. Hak teâlâ, sonsuz kudreti ile, birçok fâideleri sağlamak için, bunların benzemiyen yerlerini, gözlerinden örter. Yalnız ortak olan yerlerini görürler. Hepsi birdir, ayrılık yokdur derler. Böylece güneşi de, bu âlem olarak görürler. Hak teâlânın bu âlemle hiçbir ilişiği yokdur. Fekat, ism benzerliği bakımından, âlemle birleşmiş görürler. Şöyle ki, Hak teâlâ vardır. Âlem de vardır. Bu iki varlık, her ne kadar başka ise de, ism benzerliği vardır. Bunun gibi, Allahü teâlâ bilicidir, işiticidir, görücüdür, diridir, gücü yeticidir, dileyicidir. Âlemin birkaç parçası da böyledir. Ondakilerle bunlardakiler birbirlerine, her ne kadar benzemezler ise de, sonradan olan varlığın çürük yerleri ve sıfatlarının aşağı tarafları, onların gözünden örtülmüşdür. Bunun için, Hak teâlâ âlem ile birleşmişdir diyebilirler. Tevhîdin böylesi, en yükseğidir. Böyle ma'rifet sâhibleri, bu hâle mağlûb değildirler. Bu ma'rifetleri sekrden ileri gelmemişdir. Bir fâide için, bu hâle düşürülmüşlerdir. Bu ma'rifet, onları sekrden sahva getirir. Kendilerine râhatlık verir. Başkalarına simâ' ve raks ile ve birçoğuna da, mubâh işlerle meşgûl etmekle râhatlık vermeleri gibidir. Tesavvuf büyüklerinden çoğunu, kendi gördüklerine benzemiyen şeylerle oyalarlar. Bu büyükler ise, gördüklerine benzemiyen şeylere dönüp bakmazlar. Onlarla oyalanmazlar. Bunun için, âlemi bunların gördüklerine benzetmişlerdir. Yâhud, onu âlemin her parçasında göstermişlerdir. Böylece, birkaç zemân yüklerini hafîfletmişlerdir. Bu aşağı kul, tevhîdin bu son şeklini keşf ve zevk ile bilmiyordum. Yukarıda yazılmış olan ikisini biliyordum. Bu sonuncusunun da bulunduğunu sanıyordum. Bundan dolayı, kitâblarda ve mektûblarda, yalnız ikisini, hattâ yalnız ikincisini yazmışdım. Tevhîd-i vücûdîyi yalnız böyle bildirmişdim. Fekat, büyük hocamızın vefâtından sonra, mubârek mezârını ziyâret için, Allahü teâlânın belâlardan koruduğu Dehli şehrine gitmişdim. Bayram günü, mubârek mezârını ziyâret etdim. Mubârek mezârına teveccüh edince, mukaddes rûhundan çok iltifât göründü. Kimsesizleri okşamak yüksekliğinden dolayı, kendi nisbetini bu fakîre ihsân buyurdu. Bu nisbet, hâce-i Ahrâr hazretlerinden gelmekde idi. Bu nisbete kavuşunca, bu bilgilerin ve ma'rifetlerin içyüzünü zevk yolu ile anladım. Böylece, bu büyüklerdeki tevhîd-i vücûdînin, kalbin cezbesinden veyâ muhabbet kaplamasından olmadığı, belki yüklerinin hafîfletilmesi için ihsân edildiği anlaşıldı. Bu anlayışı açıklamayı çok zemân uygun bulmadım. Fekat, birkaç kitâbımda, o eski iki ma'rifet yazılmış olduğundan, kısa görüşlü kimseler, bu yazılardan o iki büyük zâtın küçültülmesi lâzım olacağını zan etdiler. Çünki, o iki büyük zâtın yolu, tevhîd yolu idi. Bu kısa görüşlüler, fitne çıkaran sözlere başladılar. Öyle oldu ki, bu hayâlleri, istekleri az olan talebelerin çalışmalarına gevşeklik verdi. Bunları görünce, tevhîdin bu kısmını da açıklamayı uygun buldum. Bu yazıma vesîka olmak için, herkesce bilinen bir olayı da bildiriyorum. Hocamızı çok seven bir zât dedi ki, hocamızdan işitdim: (Bizim, tevhîd sâhiblerinin kitâblarını okuyarak bir nisbet edindiğimizi söylüyorlar. Böyle değildir. Maksad, kendimizi biraz gâfil etmekdir) buyurdu. Bu sözleri, yukarıdaki yazılarımızı kuvvetlendirmekdedir. Fazîletli şeyh Abdülhak-i Dehlevî, hocamızı çok sevenlerdendir "rahmetullahi teâlâ aleyhimâ". O söyledi ki, Hâce hazretleri vefâtından birkaç gün önce buyurdu ki: (Çok iyi anladım. Tevhîd, dar bir sokak imiş. Geniş cadde başka imiş. Böyle olduğunu önceden de biliyordum. Fekat şimdi çok iyi anladım). Bu sözünden anlaşılıyor ki, son mertebelerinde, tevhîd ile ilgileri kalmamışdı. Başlangıcda tevhîd ma'rifetlerinin de bulunması, bir leke değildir. Büyüklerden çoğunda, ilk zemânlar, böyle bilgiler hâsıl olmuşdur. Sonra, buradan ilerlemişler, yükselmişlerdir.

Sıddîkıyyenin cezbe makâmına kavuşdukdan sonra, hâce Behâüddîn hazretlerinin yolu ile hâce-i Ahrâr hazretlerinin yolu birbirinden ayrılmakdadır. İlmleri ve ma'rifetleri de başkadır. Hâce-i Ahrâr hazretlerinin teveccühünde, annesinin babalarının nisbeti çokdur. Bu nisbet, dedelerine birbirlerinden gelmişdir. Yukarıda bildirilen Fenâ ve yokluk, o büyüklerin nisbetindendir.

Bu fakîr, gençlere dahâ fâideli olmak için, tâlibleri hâce Behâüddîn hazretlerinin yolu ile yetişdirmeği uygun buldum. Bu yolun ilmleri ve ma'rifetleri, islâmiyyetin ilmlerine dahâ yakındır. İslâmiyyetin temelden sarsıldığı böyle bozuk bir zemânda, o yolun bilgilerini yaymağı uygun buldum. Talebeyi yetişdirmek için bu yolu seçdim. Hak teâlâ, eğer (Ahrâriyye)  yolunun bu fakîr ile yayılmasını dileseydi, âlemi onun nûrları ile doldururdu. Çünki, bu iki büyüğün her birine, nûrlarını bol bol vermişdir. Her iki büyüğün yetişdirme yolunu açmışdır. İhsân sâhibi, yalnız Allahü teâlâdır. Dilediğine verir. Allahü teâlânın ihsânı çokdur. Fârisî iki beyt tercemesi:

O pâdişâhın ihsânı boldur.
İki âlemi bir fakîre verir.

Pâdişâh, bir fakîr kapısına,
Gelirse şaşma, büyüklük budur!

Vedduhâ sûresi onbirinci âyetinin, (Rabbinin ni'metlerini anlat!)  meâl-i şerîfine uyarak, birkaç gizli bilgiyi açıkladım. Hak teâlâ, Hak tâliblerini, bundan fâidelendirsin! İnanmıyanların inkârlarının artmasından başka birşey olmıyacağını biliyorum. Fekat, yalnız tâliblerin fâideleneceklerini düşünüyorum. İnanmıyanlar hesâba katılmaz ve onlara bakılmaz. Bekara sûresi yirmialtıncı âyetinde meâlen, (Onunla, çoğunu yoldan kaydırır. Çoğunu da, doğru yola kavuşdurur)  buyuruldu. Keskin görüşlü olanlar, iyi bilir ki, bir fâide düşünerek bir yolu seçmek, bunun başka yoldan üstün olduğunu göstermez. Öteki yolun dahâ aşağı olduğu anlaşılmaz. Fârisî beyt tercemesi:

Kolay olur şehrin kapısını kapamak.
Mümkin olmaz, düşmânın ağzını kapamak.

Bütün ni'metlerin ve ihsânların sâhibi olan Allahü teâlâya her zemân hamd olsun! Onun Peygamberine ve seçilmiş olan Âline ve en iyi olan Eshâbına sonsuz salât ve selâm ve düâlar olsun!